Cumartesi , Nisan 27 2024
Anasayfa / Arşiv / Sahne sanatları ve geleceği

Sahne sanatları ve geleceği

Burç BALCI

Çıplak gözle göremediğimiz bir istilacıya karşı dünya çapında mücadele ettiğimiz şu günlerde, Covid-19 tüm insanlığa bir şeyi tekrar hatırlattı: Mücadelenin, istilaya karşı direnişin her zaman silahla kazanılmadığını. İstediğiniz kadar dünyanın en güçlü silahlarına sahip olun, araştırma, eğitim, bilim alanlarına yeterince yatırım yapmadığınızda zayıf hale geliyorsunuz.

Hayatı durduran salgın, tüm dünyada pek çok alanda ciddi zorluklar yaşatıyor. Tedarik zincirleri kopuyor, ekonomi küçülüyor, esnaflar batarken büyük şirketler, gelecek kaygısıyla emekçileri işten çıkararak tasarrufa uğraşıyor. Yeni sanal dünya girişimleri altın çağını yaşarken, sosyal devlet kavramı bazı ülkelerde mumla aranıyor.

Tüm bu süreçte, geleceği konusunda endişeli mesleklerden biri de sahne sanatları. Yüzyıllardır her tür bunalıma göğüs germiş, zor dönemlerde toplumu rehabilite etme, birliktelik ve dayanma gücü aşılamış, söylenemeyeni söylemiş olan sahne sanatları, yaşamını nasıl sürdüreceği konusunda araştırma içerisinde. Yüzlerce yıllık tarihe sahip nitelikli sanatların her görkemli dalı, opera, tiyatro, bale, orkestra, koro gibi türler, seyirciyle nasıl buluşacaklarını kara kara düşünüyor.

Örneğin sahne sanatlarının en zengin türü olan operayı ele alalım. Korosundan orkestrasına, solistinden şefine, rejisöründen bale kadrosuna, sahne tasarımcısından dekorcusuna, ışıkçısından kostümcüsüne, perukacısından makyözüne kadar yüzlerce kişinin tek bir temsilde görev aldığı bir alan. Üzerine binlerce kişilik salonları dolduran seyirci sayısını da eklerseniz, sanıyorum aynı anda kapalı bir mekanda en fazla insanı bir arada bulunduran sanat dalı. Tüm bu insanların sağlığını riske etmeden nasıl bir arada bulundurabileceğiz?

Ya da senfonik bir orkestrayı ele alalım. Yüzlerce yıllık repertuvarların büyük kısmı, 80 ila 110 kişilik icracının bir arada sahnede olmasını gerektiriyor. Üstelik akustik ve senkron açısından yan yana olmaları şart. Bu sanatçıları birbirinden güvenli mesafede uzak oturttuğunuzda ise, bu ebatta sahneyi nerede bulabileceğiz? Belki de tüm sanatsal kaygılardan vazgeçmeniz gerekiyor. Bu durumda da icra başarısı fark edilir oranda düşebilir.

Ya Bale? Dansçıların birbiriyle temas etmek zorunda oldukları bir sanat dalını nasıl sosyal mesafeye sokabiliriz?

 

Dünya, tüm sanatsal kaygıları bir kenara bıraksa bile, bu kez, izleyici sağlığının riske edilmemesi elbette hayati önem taşıdığından, 2000 koltuklu bir salonu 300 koltuğa kadar indirme zorunluluğu doğuyor. Bu da, devlet tarafından sübvanse edilmeyen sanat toplulukları için, bilet gelirleri, sahne kiraları açısından başka finansal sorular oluşturuyor: 300 kişiye yüksek bilet fiyatından satışla 2000 koltuğun zararını halktan mı çıkaracaklar, devletlerin havayolları şirketlerine yaptığı gibi sanatı daha da fazla sübvanse etmeleri mi talep edilecek, özel sektör yaklaşan krizde ana sponsorluğa mı ikna edilecek? Hepsi, cevabı tüm dünyada tartışılan zor sorular.

 

Biraz istihdam yönüne de eğilelim şimdi. Dünyada bu alanda farklı istihdam modelleri var. Devletin maaşlı kurumlarının yanı sıra, 7-8 farklı fondan destekle yaşamını sürdüren kurumlar veya bilet sponsor geliriyle dönen kurumlar gibi modeller mevcut.

Ülkemizde, bilet geliriyle sanat kurumu yaşatmanız, zor. Çoğu kez, para getirici, popüler işler yapmaya mecbursunuz. Mesela bir Shakespeare yerine bir sulu vodvil gibi. Veya çağdaş müzik akımlarını, klasik bestecileri icra etmek yerine, pop şarkıcılarıyla konser yapmak gibi. Popülizm yerine dünya sanat akımlarına yönelik üst düzey işlere yöneldiğinizde ise, bilet geliriyle yaşamanız imkansızlaşıyor. Toplumsal bilincin yüksek olduğu, seyircinin popüler işler yerine daha nitelikli performans arayışına girdiği ülkelerde ise bu problem seyrek görülüyor.

 

Ülkemizde en büyük sanat sağlayıcısı olan devletin 23 tiyatrosu, 6 opera, 6 senfoni orkestrası, 1 çoksesli koro, 4 halk müziği korosu, 8 Klasik Türk Müziği korosu, 9 geleneksel sanatlar topluluğu bulunuyor. Bazı belediyelerin de çok başarılı sanat toplulukları var.  Ancak görüldüğü üzere, ülkemizdeki sanat kurumlarının ana lokomotifi devlet. Aslında bu da Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinden biri.  Cumhuriyet öncesi dönemde saraydaki soylulara icra için kurulan muhtelif sanat toplulukları, halka konser vermezken, ilk kez Cumhuriyetle beraber vergilerinden beslendikleri halka temsiller yapmaya başlayacak düzenlemeye kavuştular.

 

İstihdama gelince; bugün ülkemizde üniversitelerimize bağlı 30’un üzerinde klasik batı müziği  konservatuvarı her yıl yüzlerce mezun veriyor. Bu mezunlar uzun süredir kendi ülkesinde gelecek güvenceli bir çalışma modelinden yoksun. Yasalarda yer alan “kadrolu sanatçı” alımı çeşitli gerekçelerle uzun süredir yapılmıyor. Kurumlarda oluşan eksiklikler haftalık, aylık ve sezonluk “geçici işçi” modeli ile çözülmeye çalışılıyor. Kamudaki mevcut taşeron işçilerin kadroya geçirilmesi konusundaki düzenlemeler ise, ne yazık ki beklenenden uzak bir modele evrildi; yıllardır kurumlara emek veren yevmiyeli sanatçıların bir kısmı yerine, yeni sanatçılarla sözleşme yapılırken, bu sözleşmeler bir sonraki yıl hiçbir garanti vermeyecek maddeler içeriyor.  Ayrıca “işten çıkarma tazminatı, işsizlik maaşı” gibi haklardan da bu yeni model sanatçılar yoksun bırakıldı. Ekonomik yönü ise ülkenin sanatçılarına bakışı adeta gözler önüne seriyor: Lise mezunu bir bekçi 5400 TL maaş alabiliyorken, üniversite mezunu yıllık sözleşmeli yeni model bir sanatçı 4300 TL alabiliyor ve daha az hakka sahip.

 

Sanat topluluklarının ülkemizdeki istihdam modellerinde yapılan değişikliklerden biri de, 3 yıl önce yayınlanan bir kararnameyle, devlet orkestralarına orkestra şefi ve şef yardımcısı atanmasında, mevzuatlarda bulunan tüm kriterlerlerin yürürlükten kaldırılmasıydı. Bu maddelerin kalkmasıyla beraber artık günümüzde şeflik diploması, sanatsal yeterlilik, orkestranın yetkili kurullarının onayı gibi zorunluluklar yer almıyor. Özetle sokaktan geçen herhangi bir vatandaşın, yıllarını bu sanata vermiş yüzlerce sanatçının sanat amiri sıfatıyla “orkestra şefi” olarak atanmasında hiçbir yasal engel yok artık. Nitekim orkestra kurullarının onayı olmadan yapılan şef görevlendirmeleri de basında zaman zaman yer aldı. Böyle gelişmelerin ardından da pandemi ile sınanıyor ülkemizin sanat yaşamı.

 

Gelelim özel sektöre. Özel sanat topluluklarında görev alan sanatçıların çoğunluğu ise iptal edilen etkinlikler sonucu işsiz kalmış oldu ve tüm gelirleri kesildi. Ama ne yazık ki, ne kiraları ne faturaları ne de ailelerinin karnını doyurabilme ihtiyaçları beklemiyor. Burada çeşitli özel destek ve bağış kampanyaları yapılsa da halen çok yetersiz.

 

2020 yılı, sahne sanatları açısından oldukça yıpratıcı bir yıl olacak gibi. Yetkililerin “sosyal izolasyon” uyarılarına rağmen, Antalya Devlet Opera ve Balesi’ne “Bayram Konseri Kaydı” olarak “Türk Sanat Müziği” çaldırılması çok tartışıldı. Sahnede çeşitli önlemler alınarak pleksiglaslarla ayrılan, birbirinden görece uzak oturtulan, ama salgın döneminde seyahat yasakları varken yaklaşık 300 kilometrelik turneye çıkarılan genç sanatçılar, ateş ölçerler ve Covid-19 testleriyle kontrol edildi belki ama, bu riski almaya gerçekten gerek olup olmadığı, opera sanatçılarına Türk Sanat Müziği icra ettirme kararı da uzun süre tartışılacak gibi görünüyor. Bir futbol takımını basket maçına çıkarmak veya bir beyin cerrahına açık kalp ameliyatı yaptırmak gibi bir durum olarak eleştirilen bu karar, umarım gelecekte siyasilerin aklını çelerek sanat kurumlarına bir “müzik türü” dayatmasına öncü olup, kuruluş amaçları ve mevzuatları konusunda kafaları karıştırmaz.

 

Dünyada ise sahne sanatlarının güvenli icrası için pek çok çalışma yapılıyor. Ünlü Berlin Filarmoni Orkestrası, seyirci koltuklarını çok seyrelterek tekli ve ikili koltuklar olarak birbirlerinden izole etti. Viyana Filarmoni Orkestrası ise, bir duman simülasyonuyla sanatçıların etrafına ne kadar virüs yayabilecekleri üzerine çalışmalar yaptı. Operalar ve Tiyatrolar ise halen çözümsüz bir sorun olarak beklerken, hepsi sonbaharda perde açacaklarını öngörüyor, ama nasıl? Bilen yok.

 

Ancak, her ne kadar araştırıp, önlemler de alsanız, bazı soru işaretleri sürüyor. Örneğin ülkemizde zaten yetersiz ve çok az sayıda olan konser salonlarının havalandırma sistemleri: Aynı AVM’ler gibi çoğunluğu kapalı devre, yani iç havayı iklimlendirerek döndüren, dışardan temiz hava alımına uygun olmayan yapılar.

Bunların tadilatı yapılacak mı?

Tüm bu önlemleri alsanız bile, seyirci salona gelecek kadar güvende hissedecek mi?

Ölüm riskini alarak bir temsil izlemeye kaç kişi gelecek?

İzleyici sayıları düştüğünde sponsorlar destek verecek mi?

Sanatçılar, evlatlarının veya yaşlı anne babalarının ölüm riskini alarak yan yana 100-150 kişi performansa çıkarılabilecek mi?

Çıkmazsa açlıkla mı sınanacak?

Seyirciye sanal dünyadan ulaşalım deseniz, canlı performansın yerini tutacak mı?

Dünyada aynı şekilde yüzlerce rakip içerik, hepsi kumandanın ucundayken, seyirci sizi mi izleyecek, Viyana operasını mı, Berlin Filarmoni’yi mi? Kaç kurum dünyadaki rakiplerini eleyebilecek?

Tiyatro, ağırlıkla dile dayalı bir sanat dalı olduğundan, burada görece ayrışıyor. Dolayısıyla sanal dünyadan yayınlandığında diğer dillerdeki alternatiflerinin doğal olarak önüne geçecektir. Ama TV ekranından izleneceğinden, dizi ve film tercihlerine yönelmeyecek seyirciyi bulması mümkün olacak mı, birlikte göreceğiz. Bu açıdan bir dönüşüm yaşanabilir. Ancak diğer sahne sanatlarında durum belirsiz.

Önümüzdeki sürecin, her ülkede, toplumların neyi korumak istediklerine göre değişebileceğini öngörüyorum. Devletlerin çoğunun ağırlıkla ekonomiyi koruma üzerine alınacak önlemleri hayata geçirmesi nedeniyle burada en büyük güç, sivil topluma düşecek gibi görünüyor.

“Yapraksız kaldın diye gövdeni kestirtme, zira bu işin baharı var” demiş Mevlâna. Umarız genç sanatçılara ve sanatseverlere ufukta bir ışık gösterebileceğimiz günler yakın olsun…

Sağlıkla ve sanatla kalın…

Göz atın

ÇGD Bursa Şubesi 33. Yıl Ödülleri sahiplerini buldu

Bu yıl 33. yaşını kutlayan Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi’nin 2022 yılı ödülleri törenle sahiplerini …

ÇGD Bursa Şubesi’nin 33. kuruluş yılı ödülleri açıklandı

Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi’nin 33. Kuruluş Yıldönümü etkinliği ve 2022 Yılı Ödül Töreni’nde gazetecilik …