Perşembe , Nisan 25 2024
Anasayfa / Arşiv / Yeni taçlı virüsün taçlara etkisi ne olacak?

Yeni taçlı virüsün taçlara etkisi ne olacak?

 

Kadri GÜRSEL

Korona virüsü, adını yüzeyini kaplayan uzantıların bir tacın dallarını andırmasından alıyor. Bu çıkıntılara atfen ölümcül virüse, Latincede “taç” anlamına gelen, “Corona” adı verilmiş.

Mikrobiyoloji, virüslerin taçlı olanlarını aynı adla sınıflandırmıştı ama Covıd-19 hastalığına yol açan bu taçlı virüs bilinmiyordu, yeni ortaya çıktı. Dolayısıyla bunun adının başına bir de bu özelliğine atfen, eski Fransızcada “yeni” manasındaki “novel” sözcüğü eklendi, “Novel Corona Virus” dendi.

“Taç”, virüsü adlandırmak için ilham alınan bir şekildir ama aynı zamanda bin yıllardır iktidarın simgesidir. Hatırlayınız, bugün bile gündelik dilde gerçek bir durumu anlatmak için kimi zaman metafor olarak kullanılır: “Taç giydi”, “Tacını korudu”, “Tacını devretti” ve nihayet, “Tacı devrildi”…

Değişmez kaderdir: Salgın hastalıklar çeşitli sonuçlar yaratırlar; sistemler ve düzenler, velhasıl iktidarlar üzerinde mutlaka etkili olurlar, tarihin akışını değiştirirler. Otoriteyi ve inanç sistemlerini sarsarlar. Bu hep böyle olmuştur.

Covıd-19 küresel bir pandemidir, ezcümle, iktidar sistemleri üzerindeki etkisi de küresel ölçekte olacaktır.

Mamafih “yeni taçlı virüs”ün “taçlar” üzerindeki etkisinin her yerde aynı şekilde ve aynı doğrultuda olması mümkün değil.

Daron Acemoğlu ve James Robinson, dilimize “Ulusların Düşüşü” adıyla çevrilen önemli kitapları “The Fall of Nations”da 14. yüzyılda Avrupa nüfusunun üçte birinin ölümüyle sonuçlanan  “kara veba”yı aynı salgının bölgeler arasındaki siyasal, ekonomik ve kurumsal farklılıklar nedeniyle farklı etkiler yaratmasına örnek olarak gösterirler. Kara veba, Avrupa’nın bugünkü haliyle bilinen batısında feodal sistemlerin çöküşünü hızlandırırken, yine Avrupa’nın bugünkü doğusunda tam tersi yönde bir sonuç doğurmuş ve feodal yapılar bu salgın sayesinde güçlenmişlerdir.

Covıd-19 pandemisi nedeniyle benzer bir durum bugün de ortaya çıkabilir. Misal, bazı otoriter sistemler taçlarını korur ve sağlamlaştırırlarken, günün sonunda bazı otoriterliklerin de tacı devrilebilir.

Başka bir soru: Kapitalizmin halihazırdaki krizi pandemiden nasıl etkilenecek?

Sorumuzu unutmadan bekleyeceğiz ve cevabını mutlaka alacağız; çünkü bu pandemi kapitalizmin kaderi üzerinde kesinlikle bir etkide bulunacak; fakat bunun nasıl tezahür edeceğini henüz bilmiyoruz.

Covıd-19 salgınının müstakbel ya da muhtemel etkileri üzerinde düşünmek ve fikir üretmek ancak bir disiplinler arası çalışma ile mümkün olabilir.

Buna rağmen, en kapsamlı, en ciddi ve en iddialı çalışmaların bile şimdilik yüzeysel, hatları belirsiz ve caizse, konunun büyüklüğüne nazaran afaki olacağı gerçeğini kabul edelim. Veri akışlarının işaret ettiği yönler henüz nihai olarak stabilize olmuş değil, tablo sürekli değişiyor, çünkü olay devam ediyor.

Böyle anlarda kontur çalışması önem kazanır. Bir durumun çerçevesini doğru çizebilmek… Nelerin olacağından ziyade nelerin olmayacağı üzerinde düşünmek…

Mesela, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyorlar. Demek ki her şey değişecek.

Bu, felsefi olarak elbette ki doğru bir önermedir. Her şey zaten değişir ve dolayısıyla eskisi gibi olmaz.

Değişim, ben bu yazıyla uğraşırken devam ediyordu ve siz bu yazıyı okurken de öyle olacak. Bu arada zamanımızı insanlığın durumuyla ilgili daha fazla düşünmeye hasredebiliriz. Ahlakın artık sadece insanla insan arasındaki ilişkilerle alakadar olamayacağını teslim edelim. Gezegene ve bu gezegeni paylaştığımız diğer canlılara karşı da yükümlülüklerimizi inanç sistemlerimizin merkezine oturtmadan dünyayı yaşanabilir kılmanın imkanı yok.

İnsanın en güçlü dürtüsü yaşama arzusu. İnsan, yeni taçlı virüsle mücadele gücünü yaşama arzusundan alıyor. Ama bu önermeyi de geliştirelim. Sadece yaşamak değil, iyi yaşama ve hep daha da iyi yaşama arzusu. Bu sınır tanımayan arzu gezegendeki yaşamı tehdit eder hale geldi. Bahse konu virüs hayvandan insana, insanın doğayı fütursuzca tahribi sonucunda atladı ve şimdi de insandan insana bulaşıyorsa nedeni bu.

Gezegenin “İnsan çağı”nda yeni taçlı virüs bir “düzeltici” işlevi mi görecek? Bencil insan soyunun aşırılıklarını törpüleyen ve insanın yol açtığı ağır hasarın en azından hızını yavaşlatan bir faktör.

Diğer taraftan Covıd-19 pandemisinin insanın doğaya aşırı ve merhametsiz müdahalesinin bir sonucu olduğu gerçeğini bilmemiz yeterli mi?

Bu sorunun cevabı korona aşısının ne zaman bulunacağına bağlı olarak değişecek.

Aşı bulunana kadar belki de her zamankinden fazla düşüneceğiz; dünyanın ve soyumuzun geleceği hakkında kafa yoracağız. Filozoflar, bilim insanları, içerik ve bilgi üretecekler.

Aşı bulunduktan ve virüs etkisini yitirdikten sonra hayat büyük ölçüde normale dönecek.

Şimdi “yeni normal”den söz ediliyor. “Normal”in yeni olup olmayacağını zaman gösterecek. Bana göre ana hatlarıyla eskisinden çok belirgin biçimde farklılaşan bir “normal” olmayacak bu.

Bu şartlarda “yeni”yle ilgili soru şudur: Gezegeni tüketmeye devam edeceğiz, orası kesin de, bunu iştahımıza gem vurarak mı yapacağız? Önümüzdeki zamanı dünyaya karşı davranışımızda bize rehber olacak bir kolektif sorumluluk ahlakını geliştirmek ve yaymak için kullanabilirsek ne âlâ.

Bu sırada, Covıd-19 pandemisinin somut etkilerde bulunması mukadder olan durumlara herhangi bir önem sıralaması yapmadan göz atmayı deneyeceğim.

Pandemi patlak verdiğinde dünyada neler olmaktaydı? Korona virüsünün etki edeceği öne sürülen trendler hangileridir?

Mesela uluslararası kurumsal düzen eskimişti, atıl ve etkisiz kalmaktaydı.

Pandemi uluslararası düzene olan ihtiyacı daha da artıracak. Dolayısıyla, 2021’de yeni tartışmaların yaşanacağına tanık olacağız. ABD’deki seçimlerin nasıl sonuçlanacağı çok önemli bu bakımdan.

Ulus devletler, iklim değişikliği, göç ve terör başta olmak üzere küresel ölçekli tehditlere kendi kapasiteleri muvacehesinde karşı koymakta yetersiz kalıyorlardı. Şimdi buna bir de pandemi sorunu eklendi. Uluslararası düzenin güncellenmesi ihtiyacı insanlığın bekası açısından bir zarurettir.

Bir başka durum, Brexit’in Avrupa Birliği’ni daha da zayıflatmış olmasıydı. Bütünleşme, yerini 2006’da “AB Anayasası”nın referandumlarla reddinden bu yana devam eden merkezkaç etkisine bırakmıştı. AB, etkili yaptırım iradesi ve gücünden de yoksun olarak üyelerinin Kopenhag kriterlerine sadakatinin garantörü olmaktan giderek uzaklaşmaktaydı.

Macaristan’ın otokratı Viktor Orban’ın pandemiyi fırsat bilerek kendisini ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisiyle teçhiz etmesi, AB üyeliğinin ve mevcut haldeki AB’nin başlı başına bir demokrasi garantörü olamayacağını gösterdi.

Buna rağmen, yeni taçlı virüsün Avrupa Birliği’ni dağıtacağı yönündeki öngörülere katılmak mümkün değil. Bunun olabilmesi için AB üyesi ulus devletlerin tehdide karşı gurur duyulacak bir mücadele örneğini ortaya koymuş olmaları gerekirdi ki Almanya hariç hepsi çuvalladılar. AB’nin ise merkezi bir sağlık politikası yoktu.

Avrupa Birliği’ndeki tek eğilimin merkezkaç etkisi olduğu kanaatinde değilim. Bu etki daha ziyade, Soğuk Savaş’ın Batı aleminin zaferiyle sonlanmasına, AB’nin genişleme ve bütünleşmesi yönünde verilen aşırıcı siyasi tepkinin doğurduğu bir karşı tepkiydi.

Brexit ise AB’nin çözülmesinin ne kadar da travmatik, zor ve hatta imkansıza yakın olacağının büyük bir örneği olarak önümüzde duruyor.

Salgının AB’yi nasıl etkileyeceğini görmek için ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonucunu da beklemek lazım.

Salgının kaynak ülkesi Çin ise öncesinde, dünyanın yeni üretim merkezi, ekonomik devi ve Pasifik jeopolitiğinin büyük gücü olarak yükselmekteydi.

Çin’in dünya lideri olamayacağı, totaliter sisteminin bu misyonun moral ve felsefi sorumluluklarını üstlenmesine izin vermediği pandemi sayesinde kesinlik kazanmıştır.

Çin’in kısıtları muazzamdır.

Dünyada Çin’i cezalandırma isteği ortaya çıkıyor. Bu eğilimin tüm boyutlarıyla nasıl tezahür edeceğini henüz bilmiyoruz. İlk anda ise bazı yatırımların Çin’den uzaklaşması söz konusu olacak gibi görünüyor.

Pandemi öncesinde sağ popülist akımlar Batı yarımkürede güç kazanmaktaydılar. Bu patoloji, Büyük Britanya’da Boris Johnson, ABD’de Donald Trump, Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun şahsında temsil ediliyor.

Sağ popülizm çözüm değildir, sendromdur. Korona virüsü sağ popülizmi zayıflatacak. Sosyal devlet ihtiyacı artacak. Sağ, gündemini revize etmezse, salgından sonra kitlesel öfke sosyal devlet arayışlarına ve sosyal demokrasinin dünya genelinde güçlenmesine önayak olabilir.

Bu bağlamda otoriterlik meselesine dönüş yapmak zaruri. Yeni taçlı virüsün otoriterliği güçlendireceği tezinin özeti, otokratların salgından yol açtığı olağanüstülüğü kendi rejimlerinin olağanüstülüğünü normalleştirmek için kullanacakları şeklinde…

Peki ama hangi otoriterlik?

Zayıf da düşmüş olsa, uluslararası sistem ve kurallar bütününe karşı bağışıklık sistemi güçlü olan otoriterlikler mi, bağışıklık sistemi olmayanlar mı?

Otoriterlikler bağışıklık sistemlerinin gücüne bağlı olarak salgından farklı biçimde etkileneceklerdir.

“Bağışıklık sistemi” derken, bir fikir vermesi açısından, bazı otoriter rejimlerin petrol ve doğal gaz gelirine sahip olmasını kastediyorum. Bunlar, kötü ve baskıcı yönetimlerin finansmanında kullanılan rant gelirleri.

Bir de malum, rant gelirlerinden mahrum rekabetçi otoriterlikler var. Salgının tetiklediği küresel resesyon karşısında bunların durumu kolay olmayacak. Çünkü bu rejimlerin rıza üretme kapasiteleri sınırlı.

Bu bağlamda Türkiye, yeni taçlı virüse ekonomik kriz ve durgunluk ortamında, yanlış politikalar sonucunda tükenmiş rezervlerle yakalandı.

Yeni taçlı virüs Türkiye’de mutlaka siyasi sonuçlar doğuracaktır. Türkiye’nin küresel pandeminin etkisiyle derinleşen ekonomik krizi ve likidite yetersizliği önümüzdeki dönemde ülkenin en büyük sorunu olacak. Türkiye’nin yakın geleceğinde ekonomik kriz olgusunun yanı sıra iktidardaki hükümetin reform yapma ve yeniden yapılandırma kapasitesinin bulunmaması, pandeminin muhtemel siyasi sonuçlarını şekillendirmek bakımından tayin edici önemdedir.

Tefessüh etmiş siyasi ve ekonomik sistemin neden olacağı iktidar sahipliği tartışması, bozulan istikrarla birlikte daha da sertleşecek.

 

 

 

 

Göz atın

10 Ocak bir bayram ya da kutlanacak bir gün değil, bir dayanışma günüdür

Gazeteciler, bir 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü daha baskı ve hak ihlallerinin tavan yaptığı bir …

ÇGD’den Bursa Büyükşehir’e ‘mal beyanı’ yanıtı: Bitlis’te 5 minare!

Bilindiği üzere, Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi’nin 30 yılı aşkındır Kültürpark içinde bulunan idari ve …