Osman GÜRÇAY
O Wuhan’da doğduğu zaman aramızda bir şeyler yaşanacağını adeta hissetmiştim ve 3 Şubat 2020’de ona ithaf ettiğim bir yazı kaleme almıştım.
Bakın ne demişim!
“Çin’e giriş çıkışların kontrol altına alındığı, Çin’e uçak seferlerinin kaldırıldığı, Çin’den ithal edilen ürünlerin ülkelere sokulmadığı bir dönem yaşıyoruz. Çin’de spor müsabakaları süresiz olarak erteleniyor, halk sokaklarda maske ile dolaşıyor ve toplu taşıma alanları sürekli dezenfekte ediliyor. Dahası Corona Virüs’ün üretilerek ihracatta dünyayı eline alan Çin ekonomisini vurmak için üretildiği komplo senaryoları bile üretiliyor. Ülkemizde de Çin’den gelenlere termal uygulaması yapıldığını hatta Çin’de yaşayan vatandaşlarımız için TSK’dan özel ambulans uçak gönderildiğini biliyoruz. Sağlık Bakanlığı bu büyük soruna karşı alınan önlemleri sıkı tutuyor ama Bursa dahil illerde bu konuda ciddi bir çalışma görememenin üzüntüsünü yaşıyorum. Resmi olarak ülkemizde Corona Virüs vakası açıklanmadı. Dilerim ki olmaz ve açıklanmaz ama mevsim grip mevsimi olduğundan acil servisler tıka basa doluyor. Devlet hastaneleri değil özel hastanelerde bile kuyrukları Ramazan pidesi kuyruklarında daha oluyor. Bir kıdemli hasta olarak en iyi ve ekonomik tedavi yönteminin tedbir olduğunu biliyorum. Ben Bursa İl Sağlık Müdürlüğümüzün bu konulara okullarda öğrencileri, toplu taşıma araçlarında afişlerle halkı bilinçlendirmesi gerekir diye düşünüyorum. Halim Ömer Kaşıkçı müdürüm bu konuya bir el atın ve kampanya başlatın ki; Bursa artık sizi tanısın. Raylı sistemlerde, belediye otobüslerinde, kafelerde millet ağzını kapamadan hapşırıyor, tıksırıyor, öksürüyor ve ortama adeta mikrop bombardımanı püskürtüyor. Elini ağzına götüren o elle sağa sola tutunuyor. Cenazelerde bile öpüşmeden selamlama yapılmıyor. Kendini çeken ayıplanıyor. Bunları anlatacak ekibiniz donanımınız vardır. Büyükşehir’den de alacağınız destek ile billboard ve toplu taşıma araçlarının içlerini donatınız. Başımız büyük derttedir ve Bursa’ya yapacağınız ilk ve en önemli hizmet bu olur.”
Bu yazımdan sonra huysuz ihtiyar, paranoyak, panik gazeteci diye unvanlara sahip oldum.
Bunu feryadımı Covid-19 dışında duyan olmadı ve Mart ayı ile birlikte kapımıza dayandı.
Ve ülkede maskeyi hırsızlar mı yoksa sorumluluk duygusu olan insanlar mı takar tartışmalarının yeni başladığı anda ben tarafımı belli ederek ve bu yaşta 19’luk biri ile birlikte olmak etik olmayacağından Covid-19’a karşı mesafeli durma kararı aldım. Ama içten içe gönlüm kayıyor yazılarımda kısa mesajlar atıyordum. Sırf bu ilişki başlamasın diye devlet konuya el atarak Sağlık Bilim Kurulunu oluşturdu ve benim de içinde olduğum +65’lik diye bir grup belirledi.
Benim yüzümden bütün 65 ve üstü vatandaşlar zarar gördü ve Bilim Kurulu kararı ile hepimizi evlere tıktılar. Sayılı günler çabuk geçer dedik ama üç beş derken otuzlu ellili günlere geldik ve evden burnumuzu çıkaramadan, sokağımızda bile volta atamadan 60 günü devirince tetiği bastım ve feryada başladım.
Evet!
Bilim Kurulu içinde her kesimden hoca vardı ve başlangıçta saygın kararlar alıyorlardı ama sonunda onlarda normalleşerek(!) siyasete payanda olmaya ve sorgulanmaya başlamışlardı.
Dört damarı by pass olan ben kulunuz ne zaman kontrol muayenesine gitsem günde 5 kilometreden az yürüdüğüm için fırça yerken, Bilim Kurulu ben ve benim gibileri evde ağır ağır infaz edilen ölüm cezasına mahkum etmişti. Ve de çoğunluğu kadın olan çeşitli rahatsızlıklarına bağlı kas kaybına tahammülü olmayan diğer hastalarda benle birlikte ağır ağır infaz edilen ölüm cezasına mahkum ediliyordu.
Gerekçe olarak ne yazdılar biliyor musunuz?
Benim Covid-19 İle ilişkime engel olmak! Böyle bir ilişki yaşanırsa sonumuz felaket olurmuş.
Yahu ben yaşı ve aklı başında bir adamım. Nereye gideceğimi, nasıl davranacağımı, temizliğimi, bakımımı ve kiminle ilişki kuracağımı size mi soracağım? Hem kurallara uymayan 65’leri içeri tıkmak varken, sorumluluk duygusu olan bizi niye mahkum ediyorsunuz?
Siz kimsiniz benim özel hayatıma karşılıyorsunuz.
Dedim veeeee!
“65+lık kadar başınıza taş düşsün” diye bir yazı yazdım.
Bu yazıya verilen tepkiler bana gazeteci aleminde dostumu düşmanı mı öğretti.
Adı bende saklı saç özürlü “Radikel” bir yazar olan S.A. köşesinde “Geçenlerde hem de Bursa’da O.G. adlı bir vatandaş, evinin penceresinden “İmdaaaat!” çığlığı atarken çekilmiş fotoğraf paylaşmış. Baktım, evi de en üst katta! Psikolojisini hiç iyi görmedim. Allah korusun! Ya o vatandaş bir sonraki fotoyu çatıdan paylaşıp, “Korona erkeksen gel benimle horona!” diyerek, elinde kolonya şişesiyle virüse meydan okursa? Kendisini iyi tanırım o vatandaşın, gözü karadır yapar da! Yapmakla kalmaz Facebook’tan da ‘+65’ ibaresiyle canlı yayınlayabilir!” yazdığını okudum. Dava açmadan önce aradım teessüf ettim ama bana alınganlık yaptığımı O.G. diye bahsettiği kişinin ben değil Orhan Gencebay olduğunu söyleyince bununla uğraşılmaz diyerek davadan vazgeçtim ama yazmaktan vazgeçmedi. Ve “Evinin penceresinden fotoğraf çekip, “imdaaat” çığlığı ile sosyal medyada paylaşan ak saçlı kırmızı kazaklı amcam, sık dişini, bayramda görüş günü var! “ yazarak saldırılarına devam etti. Buna da itiraz etsem yine bir kulp bulur diye sustum.
Tabi ki dostlarımda vardı…
Benim dağlara ve yollara olan gizemli ve hüzünlü bakışımı yüreğinde hisseden, gazeteci dostum kardeşim Namık Göz fotoğrafımı kullanarak müthiş haberciliğine duygusal yorumunu da katmış ve…
“Eve hapsolan 65 yaş üzerindekilerin gözü kulağı önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrası yapacağı açıklamadaydı. Ancak beklenen tahliye haberi çıkmadı. Buna en çok üzülenlerden biri ise meslektaşımız Osman Gürçay oldu sanırım. Yasak öncesi her gün bir yerde olduğunu görmeye alıştığımız Gürçay bu günlerde, evinin balkonundan “Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır” türküsünü söylüyor. Şaka bir yana bilim kurulu uzmanları bile bu yasağın gevşetilmesini bekliyor. Çok uzadı gerçekten… Sabır Osman abi…” diyerek noktayı koymuş.
Köşe yazını okurken gözlerim doldu ama okuduğum türkü değil Covid-19 için söylediğim Aleyna Tilki’nin “Sen olsan bari” şarkısıydı.
Ve sonunda haftada bir gün dört saat havalandırma iznini bahşettiler.
Tabi ki bizi içeri tıkınca görüldüğü gibi mahzun ve yalnız ülkemde “Coronovirüs, yağma, talan, hırsızlık, kadına şiddet, gazeteci avı, çocuklara cinsel taciz” den eser kalmadı. Böyle istikrarlı bir şeklide yasaklar devam ederse bizler vaktinden önce ölüp hazineye talan edilmesi için milyonlarca lira emekli maaşı bırakacağız. Bu süreç devam edecektir ve işsizlik, batma, yok olma gibi büyük ekonomik yıkımları da olacaktır ama aşkta paranın ne önemi var diyerek o konuya girmeyeceğim.
65+lıları sirk kafeslerinde yaşayan ve her gece gösteri yapan canlıların havalandırmaya çıkardıkları gibi haftada dört saat bizi sokağa salıvermelerini ve haberlerde manşet olarak kullanmalarını ömrüm boyunca unutmayacağım… Yalnız Covid-19 bütün dünyayı etkileyerek sistem ve düzenini değiştirdi, silkeledi adam etti ama ilk birkaç gün dışında Türkiye’deki kısır ve kabız siyasetin, kör topal demokrasinin kılına bile dokunamadı ya; bize ve dik duruşumuza helal(!)olsun!
Ben şimdilerde Pazar günlerini iple çekerek dört saatlik havalandırmada neler yapacağımı hayal ederken, muayenehanelerine gidip avuç dolusu para döktüğümüzde bize her gün yürü diyen ama şimdi içeri tıkan Bilim Kurulu’nun kulaklarını çınlatmaya devam ediyorum.
Yeni normal(!) darbesi
Pink Floyd dinlerken klasik rock dinler gibi sallanıp yuvarlanmazsınız. O, sizi kendi dünyasının içine alır ve sonsuzluğa doğru huzurlu bir yolculuğa çıkarır. Sadece The Wall albümündeki Another Brick In The Wall parçasını dinlerken kendimi uzaydaki kara deliğe düştüğümü hisseder ve ürperirdim. Onlar da benim gibi düşünmüş olacaklar ki; o şarkının klibi çocukların kıyma makinesinden geçirilerek tek tip çocuk üreten bir fabrikada çekilen korku filmi gibidir. Özellikle bugünlerde bu klibi izlemenizi öneriyorum. Muhteşem bir müzik eşliğinde size bir şeyler anlatacaktır. Koronovirüs sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demeyen kalmadı ama nasıl olacağına dair kimsenin bir fikri de yok. Yıllar önce Davos’ta konuşulan ve hayali bir senaryo olarak ifade edilen robot dünyası yerine robotlaşmış insanlar sürecine doğru mu gidiyoruz demekten kendimi alamıyorum.
Adına “Yeni Normal” denilen bir çağa girdik. Başka bir deyişle egemenler tarafından bize (dünyaya) dikte edilen başlangıçta çok masum ve gerekli olduğuna inandığımız kuralları uygulayacağız. Uygulamayanlara ceza verilecek. Bu gidişin yarınlarından çok endişeliyim. Belki de roman şiir yazamayacağız hatta aşık bile olamayacağız. Özgür olmanın anlamını bile unutacağız. Bir temsili karikatür beni ne hallere soktu. Sadece ne derlerse o olacağız korkusunu nasıl olsa ben hepsini yaşadım ve bunları göremem diye teselli bularak kilometreyi dolduruyorum. Bizi bekleyen son belki The Wall klibi gibi vahşi değil ama orada bir kez ölürken, üzerimizde uygulanan masum(!) operasyonlarla her gün ölmeye hazır olalım.