Derya Demir PINAR
Koronavirüs salgını devam ederken, bu süreci en iyi denetleyenlerden biri de TMMOB oldu. Birliğe bağlı odaların her biri kendi meslek grubunun sorunlarını adeta mercek altına alırken, verdikleri mesaj da ortaktı: “Haksızlığa geçit vermeyeceğiz, mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.”
Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını, Türkiye’nin de uzun bir süredir gündemini meşgul ediyor. Haberlerde, tartışma programlarında, gündelik hayatta… Hemen hemen yaşamın her alanında virüs korkusu, “ne olacak” sorusu birinci sırada yer alıyor. Bu sürecin doğru yönetilmesi, ne olacak sorusuna yanıt aranması gibi pek çok konuda Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı odalar, ön sıralarda saf tuttu. Her biri kendi alanlarında yaptığı araştırmalarla, kamuoyuna ışık olmaya çalıştı. Bununla beraber bu süreçte acele bir şekilde alınmak istenen kararların karşısında yine akademik odalar durdu. Dünya Koronavirüs ile meşgul olurken, Türkiye’de rant sağlanmaya çalışıldığını ifade eden TMMOB Makine Mühendisleri Odası Başkanı Fikri Düşünceli, salgın krizinin fırsata çevrilmeye çalıştığını söyledi.
Rant, salgında da devam etti
Salgının ilk günlerinden itibaren pek çok noktada acele adımlar atıldığını vurgulayan Düşünceli, “Gazeteci-yazar-siyasetçiler cezaevinde tutulurken, uyuşturucu kaçakçılarını salıveren infaz yasası ile karşı karşıya kaldık. Bunun yanında Kanal İstanbul ihalesinden, çalışanların kazanılmış haklarını elinden alan iş kanunu düzenlemesine, yangınlara müdahalede kullanılan Türk Hava Kurumu uçaklarının satışına kadar pek çok şey Koronavirüs gölgesi altında geçti. Salda Gölü’nün yağmalanmasına, DSİ kanununda değişiklik yapılarak su kaynaklarının özelleştirme yoluyla kişi ve şirketlere devredilmek istenmesine kadar her alanda yaşanan gelişmeler durumun vahametini ortaya koyuyor. Bursa’da ise Yenişehir Kirazlı Köyü’nde maden zenginleştirme tesisi, Çalı Mahallesi’nde Hidroelektrik santrali yapılmak istenmesi, Dağyenice Göleti çevresinin imara açılmak istenmesi rant devşirme çabalarına örnek olarak verilebilir” dedi. Düşünceli, TMMOB olarak atılmak istenen bu adımların karşısında durup olayları mahkemeye taşıdıklarını ifade etti.
TMMOB kanunu değiştirilmek istendi
Koronavirüs sürecinde TMMOB Kanunu’nun da değiştirilmek istendiğini hatırlatan Düşünceli, bu girişimin 3 ana ekseninin olduğunu kaydetti. Düşünceli, “Birincisi; üye çoğunluğunun özgür iradesine dayalı seçim sistemini değiştirerek, demokratik yollarla yönetime gelemedikleri odalarımızda, yönetim işleyişimizi kaosa sürüklemektir. İkincisi: Otoriter idari ve mali denetim yoluyla yönetici ile çalışanlarımızı cezalandırmaya kadar varacak şekilde odalarımızı baskı altına almak, mali olarak güçten düşürmek ve işlevsizleştirmektir. Üçüncüsü: Odalarımıza kayıtlı meslek mensuplarının toplumsal yaşamın her alanına yönelik projeleri üzerindeki kamusal mesleki denetimi tamamen kaldırarak kuralsızlığı egemen kılmak ve odalar ile üyelerinin ilişkilerini kesmektir. Böylelikle iktidar, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu, kamu tüzelkişiliğimizi dönüştürerek yok etmek istemektedir. Bu girişim, toplumsal yaşamın her alanıyla doğrudan bağlantılı mühendislik, mimarlık, şehir planlama hizmetlerini bir bütün olarak piyasa güdümüne sokarak değersizleştirme, kuralsızlaştırma ve tasfiyeye yöneliktir” diye konuştu.
Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz
Yapılmak istenen düzenleme ile odalar üzerinde tam hakimiyet kurulmak istendiğinin altını çizen Düşünceli, demokrasinin ve sosyal kazanımların yok edilmesinin amaçlandığını da söyledi. Düşünceli, “Özerk ve demokratik işleyişe sahip Odalarımız, üst birliğimiz TMMOB, diğer demokratik kitle örgütleri ve bütün toplum üzerinde otoriter vesayet oluşturmaya çalışan iktidarın bu girişimine karşı çıkıyoruz. İktidarın mevzuatımızı değiştirme girişimleri bizleri ülkemizden, halkımızdan, bilimden yana, sömürü ve rant karşıtı mücadelemizden alıkoyamaz. Yaptığımız hizmetlerin kamusal niteliğinin sermaye-rant-yandaş güçleri lehine tasfiyesine, mesleklerimiz ve örgütlerimize yönelik etkisizleştirme, itibarsızlaştırma çabalarına karşı duruşumuz, mücadeleci geleneğimiz doğrultusunda sürecektir. Tek tip örgüt ve toplum olmayacak, örgütlü toplum savunusunu kararlılıkla sürdüreceğiz” dedi.
En temel sorun şeffaflık
Salgının en önemli yönetim merkezi hiç kuşkusuz hastaneler ve aile sağlık merkezleri oldu. Hekimler ve sağlık çalışanları 7/24 mesai vererek mücadele ederken, yaşadıkları problemlerin ise takipçisi Türk Tabipler Birliği’ydi. Devam eden süreci değerlendiren Bursa Şube Başkanı Güzide Elitez, bu dönemde en temel sorunlardan bir tanesinin şeffaflık olduğunu söyledi. Elitez, “Verilerin tam anlamıyla açıklanıp açıklanmadığı ile ilgili tüm kesimlerde endişe söz konusu. Hastanelerde, başvuranlara PCR testi üzerinden pozitif tanısı konuldu. Ancak biz biliyoruz ki testi negatif çıkmasına rağmen tomografisinde korona belirtisi olan hastalarımız vardı. Bu hastalar vaka sayısına eklenmedi. Yine ölümü Koronavirüsten olmasına rağmen testi negatif çıkan vatandaşlar da bulunuyordu. Bu kişilerin ölüm nedeni farklı yazılarak, yine ölüm oranına eklenmedi. Bu nedenle ciddi bir şeffaflık sorunu olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.
Özel hastaneler ekipmana ulaşamadı
Sağlık Bakanlığı’nın tedavi sürecini hastanelerde doğru yönettiğini vurgulayan Elitez, kurumların pandemi hastanelerine dönüşümünün doğru bir karar olduğunu söyledi. Elitez, “Özel hastanelerin bu şekilde pandemi hastanesi yapılması ve yatak sayısının artırılması doğru bir yaklaşımdı. Çünkü yoğun bakım yatakları kamuda olduğu gibi özelde de var. Fakat bu dönemde sağlık çalışanları kişisel koruyucu ekipmanlarına çok zor ulaştı. Salgın sürecince devlet hastanelerine bu ekipmanlar çok hızlı ulaştırılırken, üniversiteler, özel hastaneler ve aile sağlık merkezlerine bu teminler çok geç oldu. Bu noktada Tabipler Odası olarak 50 binin üzerinde maske dağıtarak bu hekimlerimizin bir nebze de olsa sorunlarını çözmeye çalıştık” diye konuştu.
Halk sağlıkçıları kurullara almadılar
Bu süreçte en temel sorunlardan birinin de İl Pandemi Kurulları’nda halk sağlıkçının bulunmaması olduğunu dile getiren Elitez, “Bursa’yı ele alacak olursak İl Pandemi Kurulu ve İl Hıfzıssıhha Kurulu birlikte toplandı. Biz İl Hıfzıssıhha Kurulu’nun doğal üyesi olmamıza rağmen toplantılarından haberdar edilmedik, Pandemi Kurulu’na çağrılmadık. Katılmak istediğimizle ilgili başvuru yapmamıza rağmen geri dönüş alamadık. Salgın yönetiminde en önemli rol oynayan halk sağlıkçının pek çok ildeki kurullarda olmaması da büyük eksiklik. O ilin sağlık yapısını, toplumsal özelliklerini, mahallelerde hangi grup ve yaştan insanların olduğuna halk sağlıkçılar hakimdir. Hastalık yönetim sürecini, bu yapılara göre belirlemek lazımdı. Pandemi kurullarının bu özelliklere göre karar alma şansı vardı. Ancak çoğu arasında bir halk sağlıkçı bulundurmadığı için bu şansını kaybetti” dedi.
Salgını toplumda yönetemedik
Türk hekimlerinin salgın sürecinde çok iyi bir sınav verdiğini ifade eden Elitez, şunları söyledi: “Türkiye’de hekimler bu süreçte hızlı bir tutum geliştirip, tedavi protokollerini hemen oluşturdular. Salgına da çabuk adapte oldular. Bu anlamda Türkiye, salgını hastanelerde yönetme işinde başarılı oldu. Ancak toplumda yönetmede başarılı olamadı. Bunun üstüne erken bir normalleşme takvimi işleme konuldu. Biraz daha sabredilmeliydi. Çünkü salgın bitmiş değil. Bu hızlı normalleşme bizi endişelendiriyor.”
Maske krizinin günah keçileri; Eczacılar
Bu sürecin hiç kuşkusuz en önemli düğüm noktalarından biri de maskeye erişememe sorunu oldu. Bu durumun günah keçisi olarak ise eczacılar seçildi. Tüm risklere rağmen en ön safta mücadele verdiklerini ifade eden Eczacılar Odası Başkan Okan Şahin, maske nedeniyle büyük haksızlıklara maruz kaldıklarını söyledi. Maske ve kolonya satışı sürecinde karalama kampanyasına uğradıklarını dile getiren Şahin, “Meslektaşlarımız yüksek fiyatlara temin etmek zorunda kaldıkları bu ürünleri yasal eczacılık kararlarının bile altında satmaya çalıştıkları halde bu fahiş fiyatların sorumlusu eczacılarmış gibi lanse edildi. İlk etapta asıl denetlenmesi gereken fiyatları yukarı çeken üreticiler ve tedarikçiler yerine son satıcı olan eczaneler denetlendi ve denetlemeden sonra fahiş fiyatların sorumlusunun eczaneler olmadığı da anlaşılmış oldu” dedi.
Maske dağıtımı zorladı
Fahiş fiyatlara karşı devletin maskeyi dağıtma kararı aldığını hatırlatan Şahin, “Bu da maalesef bizler için ciddi yorucu bir süreç oldu. Çünkü eczanelerimize günlük 100 kişiye verilmek üzere 500 adet maske yollandı. Kimi eczanemize gelen maske adetleri yetmedi, kimi eczanemiz günde ortalama 20 kişiye hizmet verecek şekilde altyapıya sahipken bir anda eczanesine 200 kişi girdi. Maske dağıtımında Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı sistemi kullanıyoruz. Burada da şöyle sıkıntılar yaşadık; sisteme talep edilen bilgileri girdikten sonra onay verilen vatandaşımıza maskelerini verebiliyoruz. Ancak sistem onay vermediğinde maalesef cevaplarını bizlerin dahi bilmediği sorulara maruz kalıyoruz. Bunlar da psikolojik açıdan ciddi zorlayıcı süreçler oluyor maalesef” diye konuştu.
Türk Eczacılar Birliği’nden destek göremedik
Koronavirüsle mücadele ederken Türk Eczacıları Birliği’nden destek göremediklerini söyleyen Şahin, şunları kaydetti: “Bu süreçte ülkedeki tüm eczacılara aynı şartların sağlanması ve meslektaşlarımızın psikolojik, ekonomik desteklenmesi gerekirdi. Ancak beklentilerimiz sonuç bulamadı ya da çok geç cevap alabildik. Bu konuda belki de en büyük eksiğimiz maske ve dezenfektan üretimleri noktasında doğru hamleler yapmamızdı. Bursa Eczacı Odası’nın bütçesi belki bunlar için yetersiz kalır ama Türk Eczacıları Birliği gibi Türkiye’nin en güçlü meslek örgütlerinden biri bu üretime el atıp hem meslektaşlarımızı hem de vatandaşlarımızı bazı zalim üreticilerin vicdanına bırakmamalıydı.”