Gökhan DURMUŞ
Türkiye Gazeteciler Sendikası
Genel Başkanı
Covıd-19 virüsü nedeniyle pandemi ilan edildiği günden beri tüm sektörlerin durumu ve geleceği birçok yönüyle tartışılıyor. Türkiye’de medya sektörü başta olmak üzere ağırlıkla beyaz yakalıların çalıştığı iş kollarında ise evden çalışma biçimi geleceğe yön verecek gibi gözüküyor.
Güçlü sendikalar ve örgütlü mücadele deneyimi olan dünyanın birçok ülkesinde, bu süreçte vatandaşlarını hem sağlık hem de iş güvencesi anlamında koruyan tedbirler alınabildi. Birçok gelişmiş ülke, olası bir ekonomik krizin önüne geçmek adına büyük kurtarma ve destek paketleri açıkladı. Sağlık hizmetinin görece daha az piyasalaştığı ülkelerin, salgının neden olduğu krizi daha rahat aştıklarını görüyoruz.
Peki, Türkiye bu süreci nasıl yönetti?
İlk günden itibaren özellikle sağlık alanında alınan tedbirler ve şeffaf bir politika yürütüldüğü izlenimi verilmesi, kamuoyunun genelinde memnuniyet yarattı. Ancak pratiğe baktığımızda vatandaşını koruyan bir devlet ne yazık ki göremedik. Ekonomik İstikrar Kalkanı ve ücretsiz izin ödeneği gibi düzenlemeler işverenleri memnun etmeye yönelik adımlar oldu. Destek paketleri patronlara altın tepside sunuldu. Diğer yandan işletmeler, fabrikalar durmaksızın çalışmaya devam ederken sendikal hak ve özgürlükler askıya alındı. Vatandaşların payına düşen ise ilk ay zaten sisteme kayıtlı yoksullara verilen 1000 TL ile sonraki ay bu sayıya eklenebilmeyi başarabilenlere 1000 TL oldu. Devlet, salgına karşı koruyuculuğu tartışılmaz maskelerin vatandaşa tedariğinde bile başarılı olamadı.
Mart ayında ilk vakanın tespiti ile başlayan süreçte 17 Nisan’da işten atma yasaklandı. 1,5 aylık zaman da yaklaşık 1 milyon kişi işten atıldı. Peş peşe gelen sokağa çıkma yasaklarında işçiler hep çalışmak zorunda kaldı. Fabrikalarda çarklar durmadığı için vaka sayılarında da artışlar yaşandı.
Medyada neler oldu?
Salgının medya sektörüne yansımasına baktığımızda üç başlık altında yanıt verebiliriz. Gazeteler-televizyonlar-internet medyası, matbaalar ve basın özgürlüğü ihlalleri.
Gazete ve internet siteleri çok kısa bir süre içerisinde evden çalışma modeline geçtiler. Fiziki olarak gazete binalarında bulunmamak gazetecileri büyük oranda korudu. Gelmekte olanı göremeyen ve gazeteler gibi adım atmayan televizyon kanallarında ise konuk yarışının bedelini gazeteciler ödedi. Sendikamızın tespit edebildiği kadarıyla Covid-19’a yakalanan gazetecilerin tamamı televizyon kanallarında çalışanlar oldu. Peş peşe yaşanan vakalar ve sendikamızın konuya ilişkin açıklamalarının ardından televizyon kanallarında da tedbirler üst seviyeye çıkarıldı.
Evden çalışma biçimi esnek çalışmayı da beraberinde getirdi. Mesai kavramı büyük oranda ortadan kalktı. Yıllık izine çıkma dayatmaları da bu dönemde medya patronlarının en çok kullandığı yöntem oldu.
Medya patronlarının bu dönemde görmezden geldiği çalışanlar ise matbaacılar oldu. Bütün gazete matbaalarının sendikasız işyerleri olduğu sektörde, çalışma sistemi aynı biçimde devam etti. Sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde dahi matbaa çalışanları işe gitmek zorunda kaldı. Servislerde yüzde 50 doluluk kuralına uyulmasındaki aksaklıklar, yeterli maske, eldiven ve dezenfektan bulunmaması çokça duyduğumuz şikâyet ve sorunların başında geldi. Sendika olarak yaptığımız açıklamalar, görüşmeler ve işçilerin ısrarlı şikâyet ve talepleriyle birçok matbaada bu sorunları aşabildik. Ancak matbaalarda güvenlik önlemleri konusunda hâlâ yapılacak çok iş olduğunu söyleyebiliriz.
Gazetelerin tirajlarında yüzde 40’a yakın bir erime yaşanırken, internet haber sitelerinin takibinde de bir o kadar yükseliş göze çarptı. Vatandaşların, salgın sürecinde haberlere televizyon kanallarından ve internet medyasından daha çok ulaştığına şahit olduk. Buna rağmen gazeteler için Basın İlan Kurumu’nun ilan verme koşulunu (fiili satış adedi) koruması nedeniyle gazeteler baskıya devam etmek zorunda kaldı. Bu durum hem matbaa işçilerini tehlikeye attı hem de kâğıt israfını üst seviyeye çıkarttı.
İktidarın habere ve gazeteciye düşmanlığı bu dönemde yine yüzünü gösterdi. Basın İlan Kurumu (BİK) ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) aracılığı ile medya kuruluşlarına yönelik cezai yaptırımlar arttı. Soru soran, haber yapan gazeteciler ve çalıştıkları kurumlar hedef alındı. Medya kuruluşları; yayın kesmeden, para cezalarına, ilan kesme cezalarına kadar çeşitli yaptırımlara maruz kaldı. Basın özgürlüğü ihlalleri bu dönemde de artarak devam etti. Hükümet bunu yaparken özerk olması gereken BİK ve RTÜK gibi kurumları kullandı. BİK ve RTÜK gibi kurumların özerkliği sorununun, halkın haber alma hakkı ile doğrudan bağlantılı olduğunu bu süreç bize bir kez daha gösterdi.
Önümüzdeki dönemde neler olacak?
Son yıllarda medya sektöründe dijitalleşmenin önemli bir boyut kazandığı görülüyor. Pandemi ile birlikte yeni bir boyut kazanacağını tahmin edebiliriz. Salgınla birlikte evden çalışma, evden konuk alma, dijital gazetecilik biçimleri önümüzdeki dönemde bütün bir sektörü değiştirmeye muktedir gözüküyor.
Bu değişimin esnek ve güvencesiz çalışmanın adı olmaması, işten atmaların yaşanmaması için gazetecilerin sendikal örgütlülükten başka çareleri yok. Sendika çatısı altında bir araya gelecek, tek vücut olacak gazeteciler ancak yaşanan ve yaşanması muhtemel saldırıları püskürtebilir. Aksi halde patronlar karşısında tek tek hiçbir gazetecinin işini, ekmeğini koruyacak gücü olmadığını geçmişten çokça acı tecrübeyle biliyoruz.