Namık GÖZ
Zaman kavramı üzerine insanlık en az “ben kimim nereden geldim” sorusu kadar kafa yormuştur…
Aforizmaları ise cabası…
Geçtiğimiz günlerde dünyanın geleceğini inşa eden projeleri yürüten Elon Musk, zaman kavramı ile ilgili paylaştığı görselde, üç ayrı çağın düşünürlerinin zaman kavramı konusundaki görüşlerine yer verdi.
Aristo, zamanın gerçeğin ta kendisi olduğunu savunurken, Isaac Newton, zamanın aklın bir illüzyonu olduğunu iddia etmişti.
Karl Marx ise konuyu bambaşka bir açıdan bakar: Şirketler daha fazla saat satmak için zamanı icat etmişlerdir.
****
Kısa bir yaşam süresine sahip bir ölümlü fani olarak zamanın bir başka noktasındayım.
Çocukluk gençlik, orta yaş derken sona doğru inişe geçtik. Diyarbakırlıların güzel tanımlaması gibi, “bir koyunluk ömrümüz kaldı.”
Kaç bahar daha göreceğimiz meçhul…
Badem ve erik ağaçlarının çiçek açmasını ya da taze enginarı daha kaç kez tadabileceğiz?
İşte korona denen, bana göre fütursuzca dünyayı tahrip eden insanlığa esaslı bir ders vermek için peydah olan kral taçlı bu virüs, bir daha geri gelmeyecek baharımızı çaldı.
Karantina denilen zorunlu hapis ise cabası…
Henüz bitmediği için belki canımızı da çalacak…
****
Küresel pandemi başladığı günden beri hepimiz, tıpkı deprem sonraları yer bilimleri uzmanı olduğumuz gibi tıp konusunda da büyük ilerleme kaydettik.
Sanki bilmek işimize yarayacakmış gibi stokin fırtınasından dornaz alfaya, hidroklorokinden remdesivir kadar yeni bir çok kavram hayatımıza girdi.
Bir de “artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” önermeleri….
Pandeminin ilk gününden beri işin bu tarafına daha çok bakıyorum.
Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Birliği gibi üst kurumsal yapılar, ABD, Çin, Rusya gibi süper güçlerin bir virüs karşısında nasıl kağıttan kaplanlara dönüştüğüne tanıklık ettik.
Salgın küresel, mücadelesi ise ulusal hale geldi. Her ülke kendi çözümünün peşine düştü. Biri diğerinin yardımına ancak sembolik ölçülerde koşabildi.
Paradigmalar yerle bir oldu.
Yoğun bakımda bir yudum nefes veren vantilatörün akıllı füzeden daha kıymetli olduğunun farkına varıldı.
Çin örneğinde olduğu gibi çok güçlü devlet aygıtının salgını gizlemesinin nasıl sonuçlar doğuracağı ortaya çıktı. Ve bu gizliliğin önümüzdeki dönemde nelere yol açabileceği insanlığın endişesi haline geldi.
Karbon türevli yakıtlar kullanılmayınca hava temizlendi, denizler çok kısa bir süre olmasına rağmen nasıl da berrak hale geldi. Aslında öteden beri savunulan dünya kendini yeniler, insanlar olmazsa da daha güzel bir yer küre olur gerçeğinin mini bir provasını gördük.
Yıllar önce Yaşar Kemal’den dinlemiştim. O kültürel tahribatın onarılması konusunda örnek göstermişti.
ABD’liler Japonya’ya atacakları nükleer bombaları önce Bikini adasında denerler. Savaş biter aradan 20-25 yıl geçene kadar kimse nükleer serpinti korkusuyla adanın kıyısına bile yaklaşmaz. Sonra kontrol için gidildiğinde bakılır ki ada kendini onarmış ve nükleer tahribattan iz kalmamıştır.
O yüzden bu pandemi süreci bana umut verdi. Tıpkı büyük buhranlar veya savaşlar sonrası insanlığın yeni değerler üretmesi gibi yeni bir çağın kapısını aralıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yazılması gibi insanlık yeni değerler üretecek.
Yeni bir dünya kurulacak belki de… Kısa vadede büyük sonuçlar beklemiyorum elbette ama insanlık sonunda tıpkı Bikini adası gibi kendini onaracak adımlar atacak.
Edip Cansever’in Umuş şiirinin dizelerinde olduğu gibi:
Bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin,
bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu sende olan,
yeni bir başlangıç vardır…
İnsanlık bu başlangıcı bulacak mutlaka…
Korona, baharımızı çaldın, bari çağı değiştir ki işe yarasın…