Mine SÖĞÜT
1882-1941 yılları arasında yaşayan ve ceplerine taşlar doldurarak, Ouse nehrine atlayarak intihar eden feminist yazar Virginia Woolf, “Tek kelime yeter; ama ya insan o kelimeyi bulamazsa?” der.
Aslında insanlık için de tek kelime yeter.
Ama ya insanlık da o kelimeyi bulamazsa?
İletişimin bu kadar güçlü olmasına, bilginin bu kadar erişilebilir olmasına ve tehlikenin adının bu kadar net konmasına rağmen…
İlk kez böylesine hızlı farkına varılan, ortak kararlarla kontrol edilebileceği görülen ve ortak kararların uygulanmasında bir engelle karşılaşılmama tecrübesini başarıyla yaşayan insanlık…
O tek kelimeyi bulamıyor.
Çünkü aramıyor.
Eğer isteseydi…
Şimdiye kadar kurulan ve soğuk ve sıcak savaşlarla ayakta tutulmaya çalışılan ve içinde hala insanlığın karanlık çağlarının tüm heves ve lanetlerini barındıran korkunç sistemini bu pandemi vesilesiyle masaya yatırabilirdi.
Yücelttiği değerleri ve görmezden geldiği nimetlerin yerlerini değiştirerek farklı bir siteme geçme fırsatını değerlendirmek yerine…
Eski sistemi daha da faşizan bir hale getirme fırsatına sarıldı.
Komplo teorilerinin genelde aslı astarı yoktur.
Bu virüs muhtemelen bir laboratuvarda üretilmedi.
Dünyayı yöneten gizli güçler, insanları kontrol altına alabilmek için geliştirilmiş dijital sistemleri hızla hayata geçirmek amacıyla yaydıkları korkuyu kötü emelleri için kullanmayacaklar.
Olay bir kurgu bilim ortamında geçmiyor.
Ama daha fenası oluyor.
Olay kendince farklı çağları aşmış, insan haklarından, yasalardan, eşitlikten, adaletten bahsedecek çağa varmış, aşama aşama aydınlanmalar yaşadığını kayda almış bir insanlığın içindeki karanlığı hala güçlü bir şekilde koruduğu ve iktidar algısını hala bu karanlıktan aldığı güçle sabit tuttuğu bir ortamda geçiyor.
O yüzden insanlığın şu anda başına gelenlerin arkasında komplo teorileri aramaya gerek yok.
Çünkü insanın birbirine zarar vermesi için komplo kurmaya ihtiyacı yok. İkna olduğu sistem her şeye müsait.
Topraklarını aşılmaz sınırlarla birbirinden ayıran…
Tanrı bilinciyle para bilincinin beynindeki aynı merkezden filizlendiğini bildiği halde, o filizleri zararlı bir ot gibi söküp atabileceği yerde birbirine aşılaya aşılaya güçlendiren…
Ve zihnindeki, yaşamsal değer taşıyan kıymetli bilgi ve güdüleri bile isteye sakatlayan bir insanlığın, böylesi bir pandemiden bilgelikle değil ekonomik kazançlarla çıkmak için her yolu denemesi kaçınılmaz.
Aile içi ahlaktan devlet ahlakına kadar fırsatları kazanca çevirme refleksi üzerine inşa edilen bir yapının felaketler karşısında yine “kazanç” peşinde koşması için komplolara ihtiyacı yok.
Savunma sanayii adı altında silah üretip satan ve ekonomilerinin bel kemiğini oluşturan silah ticaretine toz kondurmayan devletler…
Sağlık sisteminin yüzyıllar öncesinin dolandırıcı ilaç pazarlamacılarını aratmayacak bir ekonomik pazarın şemsiyesi altında serpilip ticari bir arena haline gelmesi için elinden geleni ardına koymayan devletler…
Vatandaşlarının “iyi” tüketiciler olması için modern kölelik sistemleri kurma ve geliştirme konusunda birbiriyle yarışan devletler…
Seçim dönemleri siyasi propagandalarını reklamcılara ve pazarlamacılara hazırlatıp, kapitalizmin silahlarıyla seçim yarışına girip, bu işe ne kadar çok para harcarsa o kadar çok oy alacağını bilen sağcı ve solcu siyasetçilerin enerjileriyle oluşan devletler…
Halkları korkutarak yönetmeyi marifet sayan devletler…
Doğal olarak böyle bir dönemden de karlı çıkmak için, gözlerini kırpmadan insan canını kısa vadeli karlar için kendi iktidarlarına yine meze etmekteler.
Oysa tam şu anda, sistemi ve dünyayı değiştirmek için tek kelime yeter.
Ezen de ezilen de, herkes kendi kendisine “Korkma!” dese…
Her şey bir anda tersine döner.